COVID-19'un hızla yayılması, pandemik hastalıktan şiddete, iklim değişikliklerinden hızlı teknolojik değişime kadar çeşitli tehditlerle yüzleşmek ve değişime karşı adaptasyonu sağlamak için dayanıklılık ve esneklik oluşturmanın önemini bizlere göstermiştir. Pandemi, bu öngörülemeyen dünyada sadece öğrencilerin değil tüm insanlığın ihtiyaç duyacakları becerileri (bilinçli karar verme, öğrenmeyi öğrenme, yaratıcı problem çözme ve belki de her şeyden önce uyum sağlama gibi becerileri) hatırlatma ve kazanmaları için imkân veren hayata boyu öğrenme yaklaşımını yeniden düşünmek için aynı zamanda bir fırsat sunmuştur. Bu becerilerin tüm insanlık için bir öncelik olarak kalmasını sağlamak amacıyla eğitimin her zaman ve her yerde herkes için olduğunu öne süren hayat boyu öğrenme yaklaşımı, pandemi döneminde daha da önem kazanmıştır.
Peki, nedir “hayat boyu öğrenme”? Millî Eğitim Bakanlığı’nın tanımıyla hayat boyu öğrenme, “kişisel, toplumsal, sosyal ve istihdam ile ilişkili bir yaklaşımla bireyin, bilgi, beceri, ilgi ve yeterliliklerini geliştirmek amacıyla hayatı boyunca katıldığı her türlü öğrenme teknikleri”dir (MEB, 2009). Birey merkezci bir yaklaşım olan hayat boyu öğrenmede amaç, içerisinde olduğumuz ve sürekli değişim/gelişim gösteren bilgi çağına insanların uyum sağlamaları ve hayatlarını daha iyi yönetebilmeleri için ekonomik ve sosyal yaşama aktif bir şekilde katılmalarına olanak sağlamaktır. Bu amaçlar doğrultusunda hayat boyu öğrenme, aslında bizlere eğitimin örgün eğitimin sonunda bitmediğini, beşikten mezara devam eden bir süreç olduğunu vurgulamaktadır.
Hayat boyu öğrenme ile hem örgün eğitime devam eden hem de eğitimden kopmuş bireylere fırsat eşitliği sunulurken aynı zamanda da bireylere kişisel gelişimlerini tamamlama, toplumla bütünleşme ve verimliliğini arttırma imkânı verilmektedir. Hayat boyu öğrenmede, öğreniciye bilginin aktarılmasından ziyade, bireyin öğrenme kapasitesini arttırma, yetenek ve becerilerinin farkına varmasını sağlama ve bu becerileri doğrultusunda seçimler yapmasına yol gösterme, kendi kendine öğrenme, öğrenmeyi öğrenme ve geliştirme gibi roller ön plandadır.
Şimdiye kadar hayat boyu öğrenmenin gerekliliği bizlere anlatılırken hızla değişen ve gelişen teknolojiye ve bilime ayak uydurmamız, küreselleşen ekonomide devamlılığı sağlamamız için bu yeni yaklaşıma ihtiyacımız olduğu söylenilmekteydi. Bizler için bu nedenler geleneksel eğitime olan bağlılığımızdan ve teknolojik gelişmeleri uzaktan takip etmemiz nedeniyle ileri standartlar gibi görülürken koronavirüsün hayatlarımıza davetsizce gelişiyle bu fikrimiz aniden ve tam anlamıyla değişmek zorunda kaldı; çünkü elimizde başka bir eğitim sistemi yaklaşımı kalmadı. Şimdi de bizler hayat boyu öğrenmenin en güzel örneğini hem de tüm dünyada görmeye başladık.
Koronavirüs Asya, Avrupa, Orta Doğu ve ABD'ye hızla yayılırken, ülkeler salgının gelişimini hafifletmek için hızlı ve kararlı adımlar attılar ve son üç hafta içinde, okullara ve üniversitelere katılımı askıya alan birden fazla duyuru yapıldı. Riski azaltmaya yönelik bu kontrol kararları milyonlarca öğrenciyi, Türkiye’nin de içinde bulunduğu ve özellikle Çin, Güney Kore ve İtalya gibi en çok etkilenen bazı ülkelerde geçici 'evde eğitim' durumlarına yönlendirdi. Böylelikle bu salgın, dünyadaki milyonların eğitim biçimini ne olduğunu daha anlamadan çok kısa bir süre içerisinde geçici olarak değiştirmiş oldu.
Türkiye’de eğitim pandemi döneminde artık uzaktan ve TV veya internet gibi teknolojik imkanlar kullanılarak yapılmakta olup bu imkanlara bireylerin erişimini/ulaşımını sağlamak için devlet ve tüm eğitim kurum/kuruşları imkanlarını ortaya koydu. Önceleri bu değişiklikler bir ölçüde bireylerde rahatsızlığa neden olurken ancak pandemik dönem içerisinde zamanla eğitime getirilen bu yeni çözümler, aslında çok ihtiyaç duyulan hayat boyu öğrenme kavramının eğitime olan katkısını ve önemini bizlere bir kez daha göstermiş oldu. Şimdiye kadar bilinmesine rağmen hayat boyu öğrenmenin kısa bir sürede yenilikçi çözümler aramak için dünya çapında kullanılmasında nispeten COVID-19 bir katalizör oldu ve eğitimde değişimi geçici de olsa zorunlu kıldı.
Bu geçici olarak nitelendirilen eğitim sürecinde bireyler, bir yandan evlerinde kalırlarken bir yandan da geleneksel eğitim yöntemlerinde görülen sınıfta eğitim, aktif öğretici, pasif öğrenci gibi sınırlandırıcı görüşleri bir kenara bırakarak kendilerini tanıma sürecine girdiler. Artık tüm bireyler evlerine gelen eğitimden neyi, ne zaman ve nasıl alacaklarını kendileri belirleyerek aktif ve bağımsız öğrenme sürecini deneyimleyebilmekte bir taraftan da bu kritik dönemde erişime açılan sayısız kaynağa ulaşma sayesinde eğitimde fırsat eşitliğinden yararlanmaya başladılar. Yine bu dönemde öğrenicilerin ve çözüm sağlayıcıların “her yerde, her zaman öğrenme” kavramını dijital formatta gerçekten deneyimlediklerini görmekteyiz. Geleneksel yüz yüze öğrenme, canlı yayınlardan eğitimsel etkileyicilere ve sanal gerçeklik deneyimlerine kadar yeni öğrenme yöntemleriyle tamamlanmakta ve hem öğreticiler hem de öğreniciler için öğrenme, teknolojik kaynaklarla da desteklenmekte. Bununla da kalmayıp evde kalmanın zorunlu olduğu şu günlerde öğrenme, günlük rutinlere entegre edilmiş bir alışkanlık haline getirilmeye çalışılmakta. Özellikle de çocuklarını evde tutmaya çalışan yetişkinler evlerinde ya çocukları için eğitsel aktiviteler oluşturmakta ya da kendilerinin yaptıkları/yapmak zorunda oldukları işlere (bazen ev işleri bazen ise mesleki aktivitelere) çocuklarını dahil etmektedirler. Bu nedenle de hem yetişkinler hem de çocuklar bu süreçte öğrenmeyi gerçek bir yaşam tarzı olarak deneyimleyebilmektedirler. Tıpkı hayat boyu öğrenmenin amaçladığı gibi.
Bu dönemde hayat boyu öğrenme yaklaşımının temelinde olan kamu-özel sektör eğitim ortaklıklarını da görmekteyiz. Devletlerin eğitimdeki rollerini azalırken ilgili sosyal tarafların rolleri çoğalmaktadır. Son birkaç haftadır hükümetlerin, yayıncıların, eğitim profesyonellerinin, teknoloji sağlayıcılarının ve ağ operatörlerinin de dahil olduğu çeşitli paydaşların krize geçici bir çözüm olarak bir araya gelerek öğrenme konsorsiyumları ve koalisyonları oluşturmaya çalıştıkları görülmektedir. Çin'de, Eğitim Bakanlığı, yeni bir bulut tabanlı, çevrimiçi öğrenme ve yayın platformu geliştirmek ve Eğitim Bakanlığı ile Sanayi ve Bilgi Teknolojileri Bakanlığı liderliğindeki bir eğitim altyapısını geliştirmek için bir grup çeşitli bileşen oluşturdu. Bu gibi örneklerle eğitimsel inovasyonun, devlet tarafından finanse edilen veya kâr amacı gütmeyen tipik sosyal projelerin ötesinde dikkat çektiği açıktır.
Son on yılda, özel sektörden eğitim çözümleri ve inovasyona gelen çok daha fazla ilgi ve yatırım hayat boyu öğrenmeye büyük miktarda kaynak sağlamaktadır. Diğer taraftan şu unutulmamalıdır ki hayat boyu öğrenme teknolojik kaynakları araç olarak kullanır ve seçkisiz bir şekilde hizmeti öğreniciye uyarlamayı hedef alır. Bugüne kadar yapılan hayat boyu öğrenme girişimlerinin çoğu kapsam olarak sınırlı ve görece izole olsa da pandemi, daha büyük ölçekli sektörler arası koalisyonların ortak bir eğitim hedefi etrafında oluşmasının önünü açabilir. Yoksa günümüzde erişim maliyetleri azalmadıkça ve erişim kalitesi artmadıkça, sosyoekonomik eşitsizlik maalesef yine kendini eğitimde gösterecektir. Eğitim, en son teknolojilere erişenler tarafından belirlenirse öğreniciler arasındaki dijital uçurum daha da açılacaktır. Bu hususta hayat boyu öğrenme yaklaşımın teknolojiyi takip eden ama bağımlı olmayan yapısı benimsenmeli ve sadece kritik dönemlerde alternatif ya da geçici bir plan olarak görülmemeli, kendisine eğitim sisteminin temelinde büyük yerler verilmelidir.
Öğrenmenin çeşidi ne olursa olsun onun sınırlarının belirleyen şey teknoloji veya finansal kaynaklar değil bizim beynimiz ve onu zihne çeviren yaşamamızdır. Sayısız farklı koşul ve ortamdan birine doğan bebek, doğar doğmaz kendini bir etkileşim ağı içerisinde buluverir. Bu etkileşimler bebeğin taze beynine gönderdiği uyaranlar ile onu şekillendirir ve zamanla da bu biçimlendirme hayati bir hal alır; çünkü bebeğin beyni kullanılmayan ve pasif duran bağlantıları ortadan kaldırırken aktif olarak çalışan sinirsel bağlantıları ise destekler ve güçlendirir. Böylece farklı yaşam koşullarında hayatta kalmamızı sağlar. Diğer bir değişle, bulunduğumuz ortam başta ne kadar uyaran açısından zenginse beynimiz o kadar çok bağlantı kurarak hayata devam eder yoksa bağlantılar hızla azalır ve değişen koşullara da adapte olamaz. O zaman beynimiz doğduğumuz andan itibaren bir şeyi algılarken, tecrübe ederken, faaliyette bulunurken, belleğimize kaydederken, akıldan geçirirken ve bunun gibi pek çok zihinsel süreçte devamlı bir değişim ve gelişim halindedir. Tecrübeyle değişen bir öğrenme cihazı olan beynin bu değişebilme ve gelişebilme özelliğiyle bizleri öğrenmede yaşa veya imkanlar bağımlı bireyler olmaktan çıkarmakta ve yaşam boyu devam eden bir sürece davet etmektedir. Bu nedenle de bir şeyi öğrenirken bir bebeğin merakı, istek ve motivasyonu ile bilgi edinmeye başlamalı ve beynimizin değişim özelliğini dikkate alarak iyi değerlendirmeliyiz.
Bu bilgiler ışığında eğitim yapımızın temelini genlerimiz ve ailemiz atarken, yer ve zaman bu yapıya biçimini vermekte ve bizleri çok değişik koşullara adapte olan canlılar yapmaktadır. Bu nedenle öğrenme, okulun ilk günü ile değil, doğduğumuz an ile başladığını söyleyen ve ölünceye kadar devam edeceğini belirten hayat boyu öğrenme, beyninin özelliklerinin farkına varan tek canlı olan insan için her dönemde ve her koşulda daha büyük önem arz etmektedir.
Öğr. Gör. Fatma GÖRAL
Fen Edebiyat Fakültesi Psikoloji Bölümü